Kimi zaman bir film sahnesi, kimi zaman bir söz, bazen bir sessizlik ve bazen de acı gerçekler…
Gözlerimiz dolar ve bir damla düşer. Sahi, gözyaşı sadece tuzlu su mudur?
Bilim “hayır” diyor.
Kalp de akıyor orada, kimya da.
İnsan bedeni şaşırtıcıdır. Ağladığımızda yalnızca göz kapaklarımız nemlenmez; vücudumuz stres hormonlarını dışarı atar. Prolaktin, ACTH, endorfin gibi maddeler gözyaşımızla birlikte akar gider. Bu yüzden bazen ağladıktan sonra rahatlarız. Çünkü sadece su değil, içimizde birikmiş yük de dökülür o damlalara.
Bilim, gözyaşını üçe ayırır: Bazal, refleks ve duygusal. İlki, gözümüzü koruyan nötr bir sıvıdır. İkincisi, duman, soğan, toz gibi uyarıcılara karşı bir savunmadır. Ama üçüncüsü… işte o kalbin sesi gibidir. Ne zaman ki kalp taşar, gözyaşı dil olur.
Ve ilginçtir: Duygusal gözyaşının içeriği diğerlerinden farklıdır. Daha karmaşık, daha yoğun, daha “bizden”. Sanki gözlerimiz, dilimizin söyleyemediğini bilimsel bir mektupla dış dünyaya yazar.
Ağlamak bir zayıflık değil, insan olmanın sessiz bir manifestosudur. Toplumun “ağlama artık” baskısına inat, bazen ağlamak gerekir. Çünkü bazı acılar konuşmaz, sadece akar. Ve bazı iyileşmeler, tam da o akışla başlar.
Belki de bu yüzden bebek ilk çığlığıyla, yaşlı ise son vedasında ağlar. İnsan, başlangıcı ve bitişi gözyaşıyla mühürler. Çünkü bazen bir damla, bin kelimeden daha fazla şey anlatır.
Gözyaşı, kalbin bildiği ama dilin susmayı tercih ettiği yerden akar.
Kimi zaman bir dua esnasında, kimi zaman yalnız bir odada, bazen bir kalabalığın içinde… Gözlerin dolması, aslında ruhun içinden bir şeylerin taştığını haber verir. Bilim gözyaşını sadece fiziksel bir olay olarak görmez artık, psikoloji ve biyoloji de kabul eder ki: ağlamak, insanın içsel bir arınma sürecidir.
Ve İslam… Ağlamaya ne kadar kıymet verir, bilir misiniz?
Peygamber Efendimiz (sav) buyurur:
“Cehennem ateşi, Allah korkusuyla gözyaşı döken kimsenin üzerine haram kılınır.”(Tirmizî, Fedâilü’l-Cihâd, 8)
Bir başka rivayette ise Efendimiz, oğlu İbrahim vefat ettiğinde ağlamış, sahabeler şaşırınca şöyle demiştir:
“Göz yaşarır, kalp üzülür. Ama biz, Rabbimizin razı olmayacağı hiçbir şeyi söylemeyiz.”
Bu ne büyük bir denge değil mi? Hem ağlıyor hem sabrediyor. Demek ki gözyaşı, imanın eksikliği değil, kalbin diriliğidir.
Psikolojide buna katarsis denir. Bastırılmış duyguların, özellikle öfke, üzüntü ya da korkunun ağlama yoluyla dışa vurulması… Bu, iç dünyamızın bir savunma mekanizmasıdır. Vücut sadece stres hormonu atmaz ağlarken; insan aynı zamanda kendine izin verir: “Ben de yoruldum” demeye.
Araştırmalar, duygusal gözyaşında stres hormonları olan kortizol ve ACTH’nin bulunduğunu gösteriyor. Yani insan, ağladığında sadece su değil, içsel yük de döker dışarıya. Bu yüzden “içim boşaldı” deriz ya hani, aslında tam da bu bilimsel gerçeğe işaret ederiz farkında olmadan.
Belki de bu yüzden…
• Hz. Yusuf’un hasretiyle gözleri görmez olan Hz. Yakup’un gözyaşı, aslında sabrın bir şeklidir.
• Hz. Meryem’in yalnızlığı içinde döktüğü gözyaşları, kaderin ağır imtihanına sessiz bir cevaptır.
• Seccadeye başını koyup, gece gizlice ağlayanlar… Bilir ki Rabbine dökülen gözyaşı asla boşa gitmez.
Velhasıl-ı Kelâm
Ağlamak zayıflık değildir. Bilakis, ruhun farkındalığıdır. Gözyaşıyla temizlik sadece bedene değil, kalbe de işler.
İslam bunu merhametle kucaklar, psikoloji ise bilimsel temelle açıklar.
O hâlde ağladığında utanma. Gözyaşın konuşmuyorsa bile, Allah duyar.
Ve bil ki bazen bir damla, bin kelimeye bedeldir.
Kübra Hülya Arıcı Sorrentino
Psikolojik Danışman/Eğitmen/Yazar