Yaz ayları geldi mi, Avrupa’nın dört bir yanında bir telaş başlar… Arabalara bagaj üstü kutular takılır, çocukların kimlikleri hazırlanır, haritalar açılır, yol için yiyecekler hazırlanır…
Çünkü o yollar artık sadece asfalt değil; özlemin, sevdanın, vefanın güzergâhıdır.
Almanya’dan, Hollanda’dan, Belçika’dan, Fransa’dan binlerce kilometre süren yol boyunca arabaların içinde valizlerden çok daha ağır bir şey taşınır: özlem, hasret…
Anaya, babaya, amcaya, halaya, memlekete, toprağa, bayrağa… Kime ne düşmüşse gönülden, ona doğru bir yolculuktur bu.
Sıla-i rahim sadece bir ziyaret değildir aslında. O, bir bağ kurmaktır. Unutulmayanları hatırlamak için, kimi memleket toprağını öpmeye, kimi mezar taşı silmeye, kimi de annesinin sofrasına oturmaya gider. Her biri, bir hasretin hikâyesidir.
Ve bu yolculuk, çocukların doğduğu ülkeyi değil; ait oldukları kökleri tanımalarını sağlamaktır.
Kimisi yirmi saat aralıksız direksiyon sallayarak varır baba ocağına, kimisi havalimanında sarılır kardeşine. Ama hepsinin kalbinde aynı cümle yankılanır:
“İyi ki geldik…”
Belki çocuklar ilk gün yadırgar memleketi. “Burada internet çekmiyor,” der ya da “Sinek ısırdı beni!” diye şikâyet eder… Ama birkaç gün geçince, o toprak bir şekilde içine işler. Bahçedeki domatesin kokusundan, dedenin anlattığı eski hikâyelerden, kurulan kalabalık sofralardan…
Ve o çocuk, yıllar sonra büyüdüğünde bile unutmadan anlatır:
“Bir yaz Türkiye’ye gitmiştik ya…”
Sıla-i rahim bir vefa meselesidir. Mezar taşındaki babanın ismini okurken gözlerinin dolmasıdır.
Ziyaret ettiğin yerlerde aslında kendini bulmaktır.
Gurbet zor… Ama en çok da yürekten bağ kuranlar için.
Ve işte tam da bu yüzden, yılda bir kez yapılan bu ziyaret sadece bir tatil değil; bir manevî borcun ödenmesidir.
Bu yaz da yollara düşen herkesin yolu açık, duası kabul olsun…
Çünkü sıla-i rahim; yolu yorar, ama ruhu onarır.
Öznur Yücetaş Uysal