Yaşamak, ne olursa olsun yaşamak bir maksat olmamalıdır. İnsan ne olursa olsun, odun gibi de olsa, boş boş da olsa yaşamayı değil, güzel ve faydalı yaşamayı kendisine hedef almalıdır. Gerçek mü’min ancak güzel yaşamakla mutlu olur.

Evet, mutluluk kavramı çok mühim. Hepimiz mutlu olmak isteriz. Zaten bu bizim insan olarak ruhumuzda var.

İnsan ne ile mutlu olur? İnsan ne ile huzur bulur? Tarihlerden beri filozofların araştırdığı ve sorduğu bir soru bu. Gerçekten de önemli bir soru. Ne ile mutlu oluruz? Neyle huzur buluruz?

İnsanların birçoğu bu hususta yanılgıya düşüyorlar. Çok paranın çok mutluluk getireceğini sanıyorlar. Bu düşünce “yanlış kere yanlıştır.” Yalnızca maddi şeyler ile mutlu olacağını sananlar, gün gelir kafalarını duvarlara çalarlar. Yalnızca ekmek ve su ile, yalnızca eşya ve maddiyat ile yaşayacaklarını sananlar, bunun mümkün olamayacağını çok geçmeden anlarlar. Yalnız para-pul ile, yalnız mal-mülk ile huzur bulacaklarını sananlar, bunalımdan bunalıma düşeceklerdir.

Yalnızca maddi şeylerle mutlu olunamayacağı çok açıktır. Peki, mutluluk için maddi şeylerden önce ne gereklidir? İnsan bedeniyle birlikte bir ruh taşıyor. Bu ruh Allah’tandır. İnsanı mutlu eden bedeni ihtiyaçlarından önce, ruhi ihtiyaçlarının temin edilmesidir. İşte bunun için Hz. İsa (as) der ki, “insan yalnız ekmekle yaşayamaz.” İnsanın güzel söze, ahlak ve edebe, nasihate, sohbete ve muhabbete ihtiyacı vardır. İnsanın bu ihtiyaçlarını karşılamadan yalnızca bedeni ihtiyaçları karşılanırsa, bir azman, bir canavar meydana getirilir, maazallah.

Maddi hayata meyledenler bu hayatın içine girdikçe huzursuz olur, adeta bataklığa düşen birisi gibi battıkça batar ve boğulur gider. Bu hususta Ünlü Tasavvuf Alimi Muhyiddin Arabi şöyle seslenir: “Maddi hayata meyledenler için hayat deniz suyu içmeye benzer, içtikçe susuzlukları artar.”

Yalnızca ekmek ve su ile müteşekkil bir hayatın, yalnız para ve servet ile dolu bir hayatın huzur ve mutluluk getirmeyeceği açıktır. İşte bundan dolayıdır; “parayla saadet olmaz” denilir. Gerçi bu sözden bir de şu mana anlaşılır: “Paran olsa da mutluluğu satın alamazsın. Mutluluk bir nasip işidir.” Evet, şurası bir gerçektir ki; “Paran olsa da mutlu yaşayamazsın. Çünkü mutluluk ruh huzurudur. Para ancak bedenini rahatlatır. Ruhunu parayla rahatlatamazsın.”

Konumuzla alakalı olarak şu gerçeği de belirtmenin zamanıdır: “İnsan doyduğunda, hayvan aç kaldığında tehlikelidir.”  Bu söz Bosna Hersek Devletinin ilk Cumhurbaşkanı Bilge İnsan Aliya İzzetbegoviç’e ait bir sözdür. Gerçekten de doğrudur. Bir insanı yalnızca doyuruyorsun, yedirip içiriyorsun. Bu adamın hiçbir manevi ciheti, ruhi doygunluğu, ahlak ve edebi yoksa, kendisini frenleyen inanç değerlerine sahip değilse, bu adam bir hayvandan daha tehlikelidir.

Öyleyse insanı öncelikle manevi değerlerle ve inanç ilkeleri doğrultusunda ruhi doygunluğa ulaştırmalı ve bununa birlikte maddi gıdalarını ve ekmek, su gibi ihtiyaçlarını temin etmeliyiz. Yalnızca maddi ihtiyaçları ve bedeni gereksinimleri temin edilen bir insan mutlu olmaz. Mutlu olmayan insan etrafa tehlike saçar.

Bilge İnsan Aliya İzzetbegoviç’in bir sözüne daha yer vermek istiyorum: “En kötü kombinasyon; boş bir ruh ile dolu bir midedir.” Karnını doyurmuş, ancak ruhi donanımları bomboş olan bir kişi etrafa tehlike saçar ve maazallah, bedeni zevkleri için kötülük yapmaktan çekinmez.

Buraya kadar anlattıklarımızdan şu gerçek net bir şekilde belirdi: “Hem toplumun ve hem de fertlerin huzur ve mutluluğu için manevi doyum yani ahlak ve edep şarttır. Bunu sağlamak için başta anne ve babalara büyük görev düşüyor. 

Anne ve babalar çocuklarını “şuurlu kafa, huzurlu aile ve Nurlu kalp” doğrultusunda yetiştirmelidir. 

Bu açık gerçeğe rağmen, bu üç hususta eğitim ve terbiye gerekli iken maalesef ailelerde buna değil de maddiyata ve Dünyevi başarıya odaklanıyor ve aileler, çocuklar başarılı olsun, “mühendis, doktor, avukat olsun, para kazansın” derdindeler. Tamam bu mesleklerde çalışsınlar. Buna diyeceğimiz yok. Ancak bunlardan önce “adam olsunlar, ahlaklı olsunlar, manevi değerlere sahip olsunlar”, bunlardan sonra avukat, doktor, hakim, savcı, mühendis olsunlar.

"Bir insanı ahlaken eğitmeden sadece zihnen eğitmek topluma bir bela kazandırmaktır.'' 

(ABD Eski Başkanı Theodore Roosevelt)

Evet, bu söz herkesin kulağında küpe olmalıdır. 

Ancak, günümüzde bunun tam tersi yapılıyor. Çocuklarımız sanki bir yarış atı gibi yalnızca maddi başarıya odaklandırılıyor. Yalnızca sınavlar için yetiştiriliyor. Ahlaki değerlerimiz ve örf ve ananelerimiz ne ailede, ne de okulda ve ne de toplumda çocuklarımıza öğretilmiyor.  

Böyle olunca çocuk doktor oluyor, merhametsiz ve paragöz doktor oluyor. Çocuk mühendis oluyor, duygusuz ve aç göz mühendis oluyor. Çocuk avukat, hakim ve savcı oluyor, ancak adaletsiz ve maddiyatçı avukat, savcı ve hakim oluyor. 

İşte tehlike burada. Tehlike ayan beyan belli. Toplum tehlike altında. Toplum maddiyatçı, menfaatçi ve merhametsiz fertlerden oluşursa, o toplumda kimse güvende olmaz. 

Sorun bu. Evet, sorunu böylece sizin dikkatlerinize sundum. Sorunu dikkatlere sunmak yeterli değildir.

Çözümü de göstermek gereklidir. Bu toplumu kurtarmanın yolu, çözümün adresi İslam’dadır. İslam neyi emrediyorsa onu yapacağız. İslam neyi reddediyorsa ondan kaçacağız. İslam, adı üzerinde selamet demektir. İslam adı üstünde huzur demektir. İslam adı üstünde esenlik demektir. Bu toplumu sekülerizm (dünyevileşme) denilen akımlar asla kurtaramaz. Bu toplumu çağdaş denilen esasında çağdışı kanunlar asla kurtaramaz. Bu toplumu Batıcı fikir akımları (liberalizm, kapitalizm, pozitivizm, materyalizm, AB denilen batıl bir birliğin hukuk kuralları ve benzerleri) asla kurtaramaz.  

Zaten bu toplumu 100 yıldan fazladır çöküşe götürenler de bu saydıklarımdır.  Acilen bunlardan kurtulmalıyız. Peki bu toplumu ne kurtarır? 

Bu toplumu İslam kurtarır. İslam denildiğinde de kelime-i şahadet getirmek, namaz kılmak, oruç tutmak, zekat vermek, Hacca gitmek anlaşılıyor. Evet, İslam’ın iman ve ibadet kısmında bunlar var. İslam’dan yalnızca bunlar anlaşırsa, vallahi, bu toplumu bunlar kurtarmaz. İslam’ın ahlak, adalet ve muamelat anlayışı bir toplumu hükümran değilse, daha açıkçası toplumda sureta, gösterişten bir İslam var ise, o da toplumu kurtarmaz. İslam sözde değil, özde uygulanmalıdır.İslam’ın ahlak, adalet ve muamelat kuralları A’dan Z’ye tüm topluma hakim kılınmalıdır.

İşte Aile Yılında benim görüş ve önerim budur. Bu Topluma İslam’ın ahlak, adalet ve muamelat (uygulama) kuralarını tepeden tırnağa hakim kılmalıyız. Bunun için de anne ve babalar çocuklarını “şuurlu kafa, huzurlu aile ve Nurlu kalp” ile geleceğe hazırlamalıdır. Ancak böyle güvende oluruz. İslam’ın hakim ve geçerli olmadığı bir toplumda asla huzur ve güven olmaz. Bu böyle biline!

Vesselam. 

Ahmet Sandal