Film şeridini 33 yıl geriye sarmak mümkün olsaydı, bugün benim “akademi dünyasına” profesyonel olarak başladığım ilk gün…
Elli beş yaşındaki ben, yirmi iki yaşındaki o gence nelersöylemek isterdi acaba…
“İletişim; iki varlığın birbirini fark etmesiyle başlar”…
13 Ağustos 1992, günlerden Perşembe (imiş), heyecan içinde geçen bir gecenin ardından nihayet sabah olmuştu. 1987 yılında öğrenci olarak gitmeye başladığı okula, bugün “asistan / araştırma görevlisi” olarak “işe başlayacaktır”. Nasıl bir gurur, nasıl bir mutluluk. O yıllarda da iş bulmak çok da kolay değil hani…
Bugünlerde (2025) 70ler, 80ler ve 90lar çoğu için nostalji demek, hele müzikte 90lar popüler müzikte yeniden yaşanıyor…
Benimkisi biraz rüyada kendini dışarıdan izlemek gibi, gördüğün sensin ama o seni bilmiyor. İşte (diyelim ki bir rüyadayım)…
Bu satırları yazarken meraktan “tarihte bugün” yazıp arama motoruna sordum. Yaşarken çok da farkında olmadığımız ne çok olay olmuş, kimler doğmuş kimler ölmüş, neler neler olmuş… mesela Soyadı olarak taşıdığım Kars ilinden Ardahan ve Iğdır ayrılarak İl olmuş, o yıllarda Cumhurbaşkanımız Turgut Özal, TBMM Başkanımız Hüsamettin Cindoruk, Başbakanımız Süleyman Demirel (imiş)… Bu ülkeye hizmeti geçenlerden Allah razı olsun ve vefat edenlere Allah rahmet eylesin).
Biz rüyaya geri dönelim, bazen rüyalara kaldığımız yerden devam ederiz bazen de rüyalarımızın ardından koşarız…
Genç akademisyen eline ulaşan “iadeli taahhütlü” yazıyı alıp heyecanla üniversitenin yolunu tutar. 1987 yılında lisans öğrencisi olarak “öğrenci kapısından” girdiği okula, bugün “ana kapıdan yani Hocaların girdiği kapıdan” girer ve elindeki resmi yazıyı Hacettepe Üniversitesi Sosyal Hizmetler Yüksekokulu Müdürü Prof. Dr. Sema KUT Hocaya vermek için bekler.
(“Yeni Yediler” olarak da anılan bir grup genç, Sosyal Hizmetler Yüksekokulunun Araştırma Görevlisi sınavını kazanmış ve göreve başlamak için resmi prosedürün tamamlanmasını beklemektedirler.)
Sema Hoca her zamanki zerafetiyle koridordan içeri girer, odasının karşısındaki bekleme alanında karşılaşırlar. “Günaydın Şekerim, sabah sabah neden buradasın?” diye sorar. Heyecan içinde olan genç, elindeki resmi yazıyı gösterir ve bugün göreve başlamak için sizi bekliyorum” diyebilir ancak.
Bugüne kadar master dersi için girdiği “odaya” Müdürle birlikte girer. Resmi işlemler tamamlanır. Birlikte çay içilirsonra en üst kattaki kütüphaneye birlikte çıkarlar. Sema Hoca, “arkadaşların da göreve başlayana kadar kütüphanede zaman geçirirsin, onlar gelince hepinizi birlikte odalara yerleştiririz” diyerek ayrılır.
Bugüne kadar öğrenci olarak girdiğim kütüphanede araştırma görevlisi olarak bulunuyorum. Kütüphane görevlileri tebrik ettikten sonra raflar arasında gezmeye başlıyorum.
Kütüphanelerin, kitaplıkların ayrı bir “havası / kokusu” olur. Biraz mürekkep, yeni ciltlenmiş kitaplardan gelen zamk, toz kokusu” karışık, ayrı bir dünyaya açılan yer. Mutlak sessizlik…
Rüya içinde rüya, aradan geçen 33 yılın sonunda “rüya gibi bir yaşam” sürememiş olsam da (ki başkalarına göre de rüya gibi bir yaşam olabilir tabi), bugün beni sizlerle buluşturan şey takvimdeki tarih, 13 Ağustos 2025, günlerden Çarşamba. “Burada ve şimdi” düşünüyorum da, yaşam içerisinde seçtiğin meslek, yaptığın iş ve uğraşıların “seni sen yapmaya” ÇALIŞIRKEN, SEN bu durumun ne kadar farkındasın? Farkındalık için “diri olmak”, “uyanık” olmak gerekir. Biz yine dönelim rüya alemine…
Az önce kütüphane rafları arasında gezerken eline bir kitap alıp, sabah güneşinin düşmediği gölge bir yere geçip otururken, işte o karşılaşma gerçekleşir: Karşısındaki yaşça ilerlemiş, saçı sakalı ağarmış, ama nasıl, bilmiyor… o aşina olduğu bakışlarla kedisine sımsıcak bakan bu kişiyi tanıyacak gibi oluyor. “Merhaba genç, oturabilir miyim”, diyor, sessizce(kütüphane sessizliğine uygun olarak).
Genç şaşkın şaşkın ama “nasıl yani?” bakışları içerisinde…
“Hayırlı olsun genç, umarım aradığın soruların cevabını, akademik dünyada bulabilirsin. Unutma yaşam bir bütün aslında, akademik dünya gerçek dünyadan ayrı değil. Her ne kadar, her girdiğin kapıdan farklı dünyalara geçiyor olsak da…”
Anlayamıyorum sizi, sizinle tanışmadık bile, ben bugün yeni işe başladım, araştırma görevlisiyim, şimdilik diğer arkadaşlarım başlayana kadar kütüphanede çalışacağım.
“Neden buradasın?” diye sorar gencin karşısındaki kişi.
Az önce söyledim ya, artık buradayım.
Sorduğum sorunun cevabı bunu sence, aslında çoğu insan yaşarken bu soruyu, çok az kendine sorar: “Neden buradayım?” Mesela ben, bugün yıllar sonra ama yıllar öncesine dönerek seninle burada karşılaşıyorum. Çünkü sana ihtiyacım var. Seni kaybettiğimin farkında bile değilmişim. Sen benim meraklı yarım, yarınlarım, umudum(muşsun). Ne zaman umudumu kaybettim, ne ara heyecanımı yitirdim, bilmiyorum” (gözlerim doluyor). Ara ara senin ziyaretine gelmek isterim, sen de kabul edersen (diyebiliyorum ancak). Karşımdaki genç masadan kalkar, kütüphanedeki görevliden bir bardak su doldurup bana ikram eder.
Teşekkür ediyorum. “Su gibi aziz ol, ömrün bereketli olsun, çıktığın bu yolculukta öğrendiklerin yaşamını kolaylaştırsın, yaşamlarına dokunduğun öğrenciler ve insanlar bol olsun…” ses giderek mırıltı haline dönüyor.
Genç karşısındaki “yabancının” kendisine bu kadar içten dua ediyor oluşuna bir anlam veremese de, onun için üzülür. “Bu adam neden bu kadar yalnız” diye sormak ister ama soramaz…
Bugün iki akademisyen karşılaşır, biri umut dolu, diğeri yalnız. Oysa bundan 33 yıl önce kendisini çoğaltmak için akademisyen olmayı seçmişti, bugün içinde yaşadığı yalnızlık duygusunu düşünmek için izin istedi gençten ve belki birgün tekrar karşılaşırız. Bu karşılaşmadan önce senin benden alacağın şeyler var diye düşünmüştüm. Oysa şimdi… benim senin yardımına ve desteğine ihtiyacım varmış.
“Olur mu öyle şey, siz yaşça benden çok büyüksünüz, ben sizin için ne yapabilirim ki?”
Dinleyebilirsin beni genç, eğer sabrın varsa. Ben de seni dinlemek isterim. Senin sesini duymayalı o kadar çok zaman oldu ki?
“Nasıl yani?” diye soran bakışlar arasında, okuduğu kitabın satırları arasına dönüyor bizim genç akademisyen…