Milliyetçilik, vatan, bayrak, namus, inanç kisvesi altında hizmet ettiğini anlatarak canavarların bile kabul edemeyeceği bir halde davrananların hali, devekuşu misali her şeyi alenen ortadır. Bu şekilde davranış sergileyenler ciddi bir hata, yanılgı içerisindedirler.

Vatanı adeta bir mikropla hasta etmeye, yok etmeye çalışanlara karşı da elbette ki hangi kayıp ve tehditler olursa olsun kavga hep sürecektir. Çünkü biz Çanakkale’yiz. Bu çok ama çok iyi bir şekilde okunmalıdır.

Bu millete ihanetin şeceresi ve pusulası kafa karıştırıcıdır. Diğer devletlerimiz ile beraber Selçuklu ile şahlanan, Osmanlı ile dünyanın düzenine tokadı ile adeta dur diyerek silinmez tuğra ile yeni bir hayatın başlamasına vesile olan koca bir tarihin mimarı, kıtaların değil dünyanın hakimi, bir noktada silinmez tarihi, yok olmaz eserleri, insanlığa örnek tabloların sahibi, dünyanın hakimi bu millettir.

Ne Haçlı Orduları ne de Bizans entrikaları Selçukluyu ve Osmanlı’yı dize getirebilmiştir.

Ne Malazgirt’in önü tıkanarak Anadolu’ya geliş engellenebilmiş, ne de İstanbul'un Fethiyle yeni bir çağın açılması engellenebilmiştir. Savaşta, cephede bilekler bükülememiş, boyunlar koparılamamış, bedenler yok edilememiş ne Selçuklu ne de Osmanlı mağlup edilememiştir.

Hele hele Osmanlı'nın yıkılışıyla İstiklal Savaşının ve Çanakkale’nin Şehitlerinin ve Gazilerinin kahraman ve vefakâr milletin evlatlarının eli, bileği, beli bükülememiş, yeri geldiğinde silaha karşı taşla, sopayla bu millet mağlup edilememiş, esir alınamamış, vatanından bir avuç toprak bile koparılamamıştır.

Peki, ne yapılmalıydı da cephede sırtı yere getirilemeyen bu necip millet mağlup edilmeliydi?

Düşman yıllarca hep bunun hesabını yaptı. Tartıştı, formüller geliştirdi. Ve sonunda cephede yenilmeyen bir milletin masada yenilmesi için fikir birliğine varıldı. Nasıl mı?

İçten çökerterek, vücuda mikrop bırakılarak, önce vücudun direncini kırarak. Sonra da bazı hastalıklara karşı bağımlılıkla her istediğini yaptırarak.

Başka… Ayrılık, gayrılık, hırs, bencillik, kin, düşmanlık… Tohumlarını yaşatarak ve tohumla geliştirerek...

Altı saatlik bir imtihanın neticesinde altı yüz yıllık koca bir imparatorluğa, Hasta Adam tanımlaması Osmanlı için bir yıkımın başlangıcıydı adeta. Daha sonra da içten yıkarak Osmanlı parçalanmanın eşiğine getirilmeliydi. Peki, kim ile?

Elbette ki içerideki insanlarımızın da kullanılmasıyla, güç ve gönül birliğinin zarar görmesiyle… İşte zayıf halka, kırılma noktası da burasıdır. Özellikle de kendi insanımızın başka millet ve devletin ideallerine hizmet edercesine kullanılmaları yok mu?

Ve koca bir tarih yazan Osmanlıyı cephede yenemeyenler masada galip gelmeyi düşünmüşlerdi. Ama hasta adamı yıkanların önünde tek bir millet vardı. Bir avuç dedikleri insan Çanakkale ve İstiklâl Harbiyle, ölmez kahramanlarıyla yeni bir devlet ve bayrakla kaldığı yerden devam edecekti.

Selçuklunun, Osmanlı’nın bir devamı olan rengini kandan ve temizliğin simgesi olan beyazdan alan bir bayrakla yeni bir devletle, Türkiye ile tarih devam edecekti.

Türk İstiklal Harbinin Kahraman ve vefakâr milletinin evlatları, dünya barışının olmazsa olmazı ve gelecekteki lideri Türkiye’nin ayakta kalmasında, ilerlemesinde her zaman için engellerin, şer güçlerin, münafıkların olacağı da tıpkı dün olduğu gibi muhakkaktı. Adeta öldürülemeyen bir insanın bedeni, ruhu gibi asırlardır yıpratılmaya, yıkılmaya çalışılmaktadır. Ama bu zihniyetin sahipleri asla ve asla sonuca ulaşamayacaktır. Bu emel onların acısı ve ıstırabı olacaktır.

Şer güçler her ne kadar değerlerimize bir saldırı aracı olarak insanımızı kullansa, inançlara bile halel getirme yolunu seçse de bu millet dimdik ayakta kalacak ya şehit ya gazi ruhu hiçbir zaman öldürülemeyecektir.

Bu milletin hayatta kalan tek ferdi bile inançları ve milleti kadar güçlüdür. Bu böyle biline. Ama biz bir kişinin bile vatanına, milletine karşı kullanılmasını, vatanına bilerek veya bilmeden alet olarak zarar vermesini hiç mi arzulanmaz.

Ülkenin dirlik, birlik, beraberlik, sevgi, muhabbet, adalet duyguları içerisinde kardeşane duygularla yaşaması en büyük arzumuzdur. İhtilafta yarışmaya değil, ortak birler ve değerler etrafında birinciliklere davet ediyoruz herkesi. Hem de samimiyete büyük önem vererek. Yani aramıza şeytanı, düşmanı dost olarak koymadan, çuvaldızı kendimize batırarak...

Belki eksik ifadelerle anlatılmış olabilir ama büyük bir Fikir Adamının bir sözünü hatırlamak bir şevk verir insana. Ne diyor o güzel sözler; Karşımda müthiş bir yangın var. Alevleri göklere yükseliyor. İçinde evladım yanıyor. O yangını söndürmeye koşuyorum. Yolda biri Beni kösteklemek istemiş de ayağım Ona çarpmış. Ne ehemmiyeti var? Dar düşünceler, dar görüşler...

Öncelikle ilkeli, meziyetli bir şekilde duruş sergilemek gerekir. Olmazsa olmazları asla pazarlık konusu yapmadan kendi adına bir şeyler yapmak için düşmanın hoşuna gidecek yağdanlık ve şaklabanlık bu ülkeye düşmanca tavırlar sergileyenlerin sadece ekmeğine yağ sürer, teröre de prim verir.

Ne olur, ayrılığa girmeden herkesi kucaklayalım. Özellikle çocuklarımızı, gençlerimizi dışlamayalım, sokağı, terörü cazip hale getirmeyelim, terörün, teröristin elini güçlendirmeyelim. Yani çuvaldızı önce kendimize batıralım.

…Tekrarında fayda vardır. Biz Çanakkale'yiz! Ayrılığa, gayrılığa yer yok. Vatana, millete hizmeti ibadet telaki edenlere ve bu vatana, millete hizmet için canını feda edenleri rahmet, minnet ve şükranla anarak bu ülkenin ortak birler arasında bölünmeden daha da büyüyeceğini hatırlatmakta fayda vardır.