Gidişler ne kadar sevinçliyse, dönüşler o kadar sessiz olur gurbetçide…
Çünkü gidişte bavulunu umutla doldurursun, dönüşte ise içine sığmayan bir hüzün taşır.
O hüzün; annenin kokusu, babanın bakışı, çocukluğunun geçtiği sokakların sessizliği, yarım kalan sohbetlerin burukluğu ve en çok da vedaların yüküdür.
Gurbetçinin dönüşü, aslında bir ayrılık törenidir.
Uçağa binerken ya da arabayla sınır kapısına yaklaşırken, insanın yüreğine ince bir korku düşer:
“Bir dahaki gelişimde… acaba onları bulabilecek miyim?”
Çünkü biliriz ki gurbetçinin ajandasında hiçbir tarih kesin değildir.
Bazen bu korku, acı bir gerçeğe dönüşür.
Bir sonraki gidişte seni karşılayan yüzlerden biri eksik olur.
O zaman fark edersin ki gurbet sadece kilometre değil; bazen iki kalp arasındaki sonsuz mesafedir.
Dönüş yolculukları bu yüzden sessizdir.
Uçakta kahkahalar atılmaz, arabada yüksek sesle müzik çalınmaz.
Herkes kendi içine döner; orada bıraktıklarını, yanına aldıklarını düşünür.
Ve bilirsin ki o kalanlar ve alınanlar, ömür boyu tamamlanmaz.
Belki de bu yüzden en zor vedalar memlekette yapılır.
Çünkü orada bıraktıkların, sadece insanlar değil;
gençliğin, çocukluğun ve geçmişindir.
Ve bilirim ki, bir gün dönüş biletim sadece gidiş olacak…
O son bilette ne valizim olacak, ne sevdiklerim ,ne de pasaportum.
O zaman gurbet bitmiş olacak…
Ama ardımda kalanlar için yeni bir gurbet başlayacak.
Bu yıl bir başka ağır geçti…
Kimimiz uçağın penceresinden memleketini göremeden gözlerini kapadı,
kimimiz kilometrelerce uzanan yolların ortasında kaldı…
Vatan toprağına ayak basamadan,
vatan yolunda can verenler oldu.
Onların bavulları hâlâ açılmadı, getirdikleri hediyeler hâlâ paketinde duruyor.
Yarım kalan yolculukların, yarım kalan sarılmaların, yarım kalan cümlelerin ağırlığı kaldı geriye…
Ve işte o an fark ettik ki…
Bazen gurbete dönmek değil, vatan yolunu tamamlamak bile nasip olmuyor.
Ve bazen, ardında bıraktıkların seni beklerken yaşlanıyor;
sen dönünce, bulmak istediğin eller çoktan toprağa karışmış oluyor…