Bunların hepsi olması gereken yerde duruyor ama çoğu zaman kilidi açan anahtar bunlar değil. Bugün Türkiye’de “başarılı teknik direktör” profili ile “iş bulan teknik direktör” profili çoğu zaman kesişmiyor.
Kimin Kimle Bağlantısı Var?
Bazıları belediye başkanını tanır.
Bazıları belediye başkanının arkadaşını…
Kimisi milletvekiline yakındır.
Bir diğeri bakanlığa…
Bir telefon gelir, “Hocam siz arıyorsunuz ama biz yukarıya sorduk.” denir.
Yöneticilerin çoğu için kriter şudur:
Kimi tanıyorsun?
Kim seni öneriyor?
Futbol bilgisinin ne olduğu, takımı nereye taşıyabileceği, genç oyuncu geliştirip geliştiremeyeceği çoğu zaman kimsenin umurunda değildir.
Donanım mı, Uyum mu?
Türkiye’de vizyoner teknik adamların önüne çoğu kez engel olarak yine vizyonsuzluk çıkar. Çünkü donanımlı bir hoca doğruları ister.
Doğruları isteyen hoca, yanlışlarıyla var olan yapıyı rahatsız eder. Bu yüzden “itaatkâr” olan tercih edilir.
Uysal olan, sorgulamayan, arkadaşıyla iyi geçinen…
Çünkü başarıdan çok kolay yönetebilmek önemlidir.
Sistem, doğruları bilen hocayı değil, doğruları görmezden gelen hocayı sever.
Türkiye’de Kulüp-Yönetim-Hoca Üçgeni
Başkanlık makamına futbolu bilen insan değil siyasi güç gelir.
Bu güç, tanıdığı birini kulübün başına getirir.
O başka birini…
Sonra zincirin son halkası teknik direktör olur.
Futbolu yöneten değil; futbolu ilişkiler yönetir.
Bu yüzden bizde “futbol kültürü” gelişemez.
Bu yüzden kulüpler sürdürülebilir başarı inşa edemez.
Gerçek Sorun: Liyakat
Liyakatin olmadığı yerde:
• Taktik yoktur
• Plan yoktur
• Proje yoktur
• Gelişim yoktur
Sadece günü kurtarma vardır.
Galibiyetler kriz erteleme aracıdır.
Modern futbol, bilim ve stratejiyle kazanılır;
Biz hâlâ telefon rehberleriyle transfer yapıyoruz.
Son Söz
Türkiye’de teknik direktörlüğün itibarı,
futbol kültürünün ulaştığı seviyeyi gösterir.
Bugün geldiğimiz yer ortada:
Bizde teknik direktörlük,
futbolun değil, ilişkilerin mesleği.