“şöhret sahnesi” olarak gören başkanlardır.
Son dönemde hemen her ligde aynı tabloyla karşılaşıyoruz:
Maddi krize giren kulüpler, borç batağına saplanan takımlar, maaşını alamayan personeller ve bir klasik haline gelen cümle:
“Şimdi sahip çıkma zamanı!”
Bu çağrılar genelde taraftara, belediye başkanına ya da iş insanlarına yapılır.
Ama kimse şu soruyu sormaz:
“Peki o koltuğa neden oturdunuz?”
Bir kulübü yönetmeye talip olurken, bu zorlukların olabileceğini düşünemediniz mi?
Yönetemeyeceğiniz bir kulübün sorumluluğunu neden üstlendiniz?
Koltuk Değil, Kısa Süreli Şöhret
Türkiye futbolunda başkanlık makamı ne yazık ki bir prestij aracına dönüştü.
Bazı isimler o koltuğu, kulübün geleceğini planlamak için değil; kendi çevresinde itibar kazanmak, siyaseten güç devşirmek ya da bir dönemlik popülarite sağlamak için istiyor.
Sonuç? Kulüp sezon sonunda borçla, kaosla ve umutsuzlukla baş başa kalıyor.
Başkanlık, “ben yaptım” demekle değil; “biz başardık” diyebilmektir.
Ama bugün birçok başkan “ben” kelimesine saplanmış durumda.
Kendini kulübün önüne koyan bir yönetim anlayışı, uzun vadede kulübün tabutuna çivi çakar.
Planı Olmayan Başkan, Fırtınada Kaptansız Gemidir
Bir kulübü yönetmek, büyük bir sorumluluk işidir.
Mali planlama, personel yönetimi, sportif strateji, kriz senaryosu… Bunların hiçbiri şansa bırakılamaz.
Ancak ülkemizde birçok başkan, plan yapmadan, bütçe oluşturmadan ve ekibini bile hazırlamadan yola çıkıyor.
Sezon başında bol vaat, sezon sonunda “destek olun” çağrısı...
Bir kulübü yönetmek, kişisel hayır kampanyası yürütmek değildir.
Bu bir vizyon yönetimidir. Günü kurtarmak değil, geleceği inşa etmektir.
Mağduriyet Dili: En Kolay Kaçış
Futbol başkanlarının en kolay sığındığı liman, mağduriyet dilidir.
“Bizden önceki yönetim borç bıraktı.” “Gelirimiz kısıtlı.” “Taraftar destek olmadı.” Bahane bitmez…
Ama başarı için bahaneler değil, çözümler gerekir.
Siz o koltuğa geçmiş dönemleri suçlamak için değil, bugünü yönetmek için oturdunuz.
Gerçek Başkan Kimdir?
Gerçek başkan, kriz anında bağıran değil, çözüm üreten kişidir.
Gerçek başkan, “para verin” diye dolaşmaz; sistem kurar, gelir modeli yaratır.
Gerçek başkan, günü değil, yarını düşünür. Kulübü “emanet” olarak görür, “mülk” gibi sahiplenmez.
Taraftarın Görevi Sahip Çıkmak Değil, Hesap Sormaktır
Taraftarın “sahip çıkmak” görevi yoktur.
Taraftar; duygusunu, sevgisini, vaktini ve parasını zaten kulübü için harcıyor.
Sahip çıkması gereken kişi, o kulübün başkanıdır.
Taraftarın görevi, bu kulübü yönetenlerden hesap sormaktır.
Liderlik, El Açmak Değil Yol Açmaktır
Başkanlık, bağış toplamak değildir.
Liderlik, “el açmak” değil “yol açmak” sanatıdır.
Bir kulübü ayağa kaldıracak olan şey dilencilik değil, yönetim aklıdır.
Kurumsal yapı, mali disiplin, doğru kadro planlaması ve bilime dayalı bir yönetim modeli…
Son Söz: O Koltuğa Oturmak Cesaret Değil, Emanettir
O koltuğa oturmak bir cesaret gösterisi değildir.
Bir kulübü yönetmek, o arma için sorumluluk almaktır.
Her başkanın bilmesi gereken tek şey var: O koltuk bir miras değil, emanettir.
Ve emanete ihanet edenin adı başkan değil, vebaldir.
Türk futbolu, artık dilenci başkanlara değil, lider yöneticilere muhtaç.
Kriz zamanında ağlayan değil, çözüm üreten; taraftarın cebine değil, aklına seslenen;
yarınlara kalacak bir miras bırakmak isteyen gerçek başkanlara.