Yazımın başlığını “varoluşçuluk mu, kaosçuluk mu” şeklinde belirlerken esasında kısalttım. Çünkü başlıklar ne kadar kısa belirlenirse o kadar iyi olur.
Eğer uzun bir şekilde yazımın başlığın belirlemek mümkün olsaydı, şunları da başlıkta yazardım.


“Varoluşçuluk mu, ahlaksızlık mı?” “Varoluşçuluk mu, başıboşluk mu?” “Varoluşçuluk mu, inançsızlık mı?” “Varoluşçuluk mu, alçaklık mı?” “Varoluşçuluk mu, saçmalık mı?”
 Varoluşçuluk derken, anlamışsınızdır, “varoluşçuluk” felsefesini şiddetle eleştiriyorum. Varoluşçuluk denilen bir şeytani felsefi akımdan bahsediyorum.
Bu felsefi akım tam bir saçmalıktır. Hatta saçmalıktan öte bir alçaklıktır.
Varoluşçuluk denilen saçma ve alçak felsefi akımı kısaca şöyle tanımlanabilir:
Aşağıdaki bilgiler benim görüşüm değil, varoluşçuluğu tanımlayan ansiklopedik bilgilerdir.


“Varoluşçuluk (egzistansiyalizm) akımı, Avrupa’da özellikle 1. Dünya Savaşı ve 2. Dünya Savaşı sonrasındaki yıkım ortamında, geleneksel felsefelere ve özellikle rasyonalizmin akla dayanan bilgisinin genel geçerliğine ve pozitivizmin olguları açıklamada bağlı kaldığı doğal yasaları bulabileceğine olan inancına, evrensellik ve nesnelliğine karşı bir tepki olarak ortaya çıkmıştır, öznelliğe, bireyselliğe ve aklın karşısında duygulara önem vermiştir.”
Bu bilgiler dahi bu akımın ne mal olduğunu ve mantıksızlığını açıklamakta yeterlidir.
Yine ansiklopedik bilgilerden hareketle bu akımı anlatmaya devam edelim. Aşağıdaki bilgiler de bana ait değildir.


“Bu akım, bulantı, iç sıkıntısı, belirsizlik, yaşamın anlamsızlığı, saçma, yabancılaşma gibi temel kavramlarından da anlaşılacağı üzere, savaşın yıkıntılarının birey üzerindeki kötümserlik, umutsuzluk, hayal kırıklığı, yalnızlık ve bunalımın etkilerini ortaya koyar.”
Evet, biz bir şey demeden bile, kendileri kendilerini böyle tanımlamış ve bunalımda olduklarını açıklamışlardır.


Varoluşçuluk akımının önde gelen sözde felsefecileri arasında en başta geleni
  Jean-Paul
Sartre’dir. Bunalımlı adamdır kendisi.
 Şimdi burada şu hususu da belirtelim, “varoluşçuluk, sözcük olarak, 1929’da yeni-Kantçı F. Heinemann tarafından ortaya atılmış bir terimdir.” Bu terim kullanılmadan önce “varoluşçuluğu, daha doğrusu bu felsefeyi” yani mantıksızlığı ve başıboşluğu bir felsefe haline getirmiş tipler yok mudur? Vardır elbette.
Bu adam, yani, Jean-Paul Sartre ve bu adamdan önce gelen, yani
  Friedrich Nietzsche gibi tipler, kendi şahsi bunalımlarını felsefeleştirerek, hayatı “hiçlik, mantıksızlık, manasızlık ve
başıboşluk” noktasında açıklamaya çalışmışlardır.

 Düşünün şimdi, “kafayı yemiş tipler” bir şeyler yazıyor ve anlatıyor ve siz buna felsefe akımı diyorsunuz.
Böyle bir şey olabilir mi? Olmuş işte, varoluşçuluk akımında benim müşahede ettiğim sözde felsefeciler “kafayı yemiş tipler.”
Şimdi bu tipleri bir tarafa bırakalım ve bu tiplerin dile getirdiği görüşlerin mantıksızlığını anlatalım.
Önce o adamların görüşlerini yazalım ve sonra da kendi görüşümüzü açıklayalım. (Tırnak içinde yazılanlar varoluşçu’ların görüşüdür)
  1. “Hayat anlamsızdır. Hayat bireyseldir. Hayatta bütünlük yoktur. Hayatta insanın diğer varlıklardan farkı yoktur.”
Varlığın anlamını bütüne bakarak anlamaya çalışmak yerine, parçaya, bireye ve olumsuzluğa bakarak anlamaya çalışmak ne kadar tutarlıdır. Hayat bir bütünlüktür. İnsanın ihtiyacı olan olan su, güneş, toprak ve kainattaki her bir varlık birbirleriyle uyumludur ve insana hizmet etmektedir. İnsanın konumu o kadar diğer varlıklar farklıdır ki, insanın diğer varlıklarda olmayan bir sorumluluğu vardır ki, bunu görmemek ve göz ardı etmek insafsızlıktır. Aynı zamanda alçaklıktır.
2. “Varoluş vardır. Varoluştan önce bir başka varoluş yoktur.”
“Varlık bizatihidir ve kendiliğindendir” diyen bir kişi, varoluşun bir öz’e ve varoluşun bir tasarım’a dayanmadığını savunur ki, bu en saçma bir haldir. Hiçbir varlık kendiliğinden var olamaz, Allah’tan başka.
Allah vardır ve O’ndan (cc) neşet eder, her şey.
Bunu düşünmek insanı huzurlu kılar. Bunalımdan çıkmanın yolu bu iken varoluşçu bunalımcılar
 kendilerini bunalıma daha da atmışlardır. Bir bataklığa düşen kişi nasıl ki çırpındıkça daha çok battığı gibi, varoluşçular da öz’den ve yaratılış’a uzak kaldıkça ve tasarım’ı reddettikçe daha çok bunalıma düşmüşlerdir.
3. “Özneden hareket etmek ve öznel hakikatlerle ilgilenmek yeterlidir.”
Özneden hareket ederek ve yalnız öznel hususları dikkate almak, insan ve çevresi, özne ve nesnesi ayrımının en temel gerçeklik teşkil ettiği bu hayatta ne kadar doğrudur? Gerçekten de şurası bir basit gözlemdir ki, tek başına özne bir hakikatli değildir. İnsan ve nesne ikisi birlikte bir anlam ifade eder. Biz tek başına bir robot muyuz? Biz yalnızca bir etten ve kemikten teşkil edilmiş basit bir canlı mıyız? Ruhumuz yok mu? Maneviyatımız yok mu? Dışımızda olan bir hadise, vücudumuzda hiçbir etki meydana getirmezken, üzüntü, sevinç ve benzeri duygularımızı harekete geçiriyorsa, bunu neyle açıklayacağız? Özetle dışımızdaki tüm olay ve
 konular bizi açıklamak ve insanı tanımlamak için gereklidir. İnsanın dışındaki olayları ve konuları gereksiz görmek mantıksızlıktır.
4. “Evrenin, rasyonel bir tarafı yoktur.”
Kainattaki kurulu düzeni anlamsız görmek deli saçmasıdır. Güneş bulunduğu konumda ve Dünya’ya uzaklık bakımından eğer o konumunda bir (1) cm kadar daha yakın olsa Dünya
 alev topuna döner. Güneş bulunduğu konumda ve Dünya’ya uzaklık bakımından eğer o konumunda bir (1) cm kadar daha uzak olsa Dünya buz kütlesine döner. Bu hassas ayarlamayı tesadüfe bağlamak deli saçmasından daha saçmadır. Milyonlarca yıldız, milyarlarca gök cismi,

 sonsuz sayıdaki varlık Kainatta ve Dünya’da mevcudiyetin, bir denge ve ahenk içerisinde sürdürür. Hepsinde de çok ince bir plan ve çok muazzam bir ahenk vardır. Uzayda sonsuz sayıdaki yıldız, gezegen ve cisimler kendi yörüngesinde yüzüp dolaşırlar ve hiçbir bir diğerine çarpmaz. Bunu tesadüfe bağlamak akıl kârı değildir. Elinize on tane bilye alın ve her birini bir ip ile sallandırın ve etrafınızda döndürün, her saniyede birisi diğerine çarpar. Siz on tane bilyeyi etrafınızda döndürürken çarpmasına engel olamazken, sonsuz sayıdaki cisim uzayda birbirine çarpmadan hareket ediyor. Aklın var ise muazzam ve rasyonel bir evreni müşahede ederek, Yüce bir Yaratıcı’ya (cc) iman edersin. Yüce Yaratıcı’ya (cc) iman etmeyenler akılları sureta olsa da şeytana ve nefislerine teslim etmiş bedbahtlardır. Kurtar aklını şeytanın ve nefsinin elinden.
  5. “Ahlaki ilkeler, tabi ve fıtri değildir. Sonradan konulmuş kurallardır.”
 Varoluşçuların belki de en saçma kuralı budur, belki de en saçma görüşü budur. Ahlaki ilkeler ve ahlak fikri insanda fıtri ve tabidir. İnsanlar doğuştan saf ve temizdirler. Her insanın ruhlarında iyiliğe ve doğruluğa bir meyil vardır. Belki büyüdükçe ve kendi tercihleri ile ahlaksızlığa ve eğriliğe kaymaları sözkonusu olsa da insanlar ahlak üzere yaratılmışlardır, İnsanlar fıtraten doğruluk üzere davranmayı seçerler. Bir çocuk dahi çıplaklıktan ve mahrem yerlerini göstermekten haya eder ve utanır. Hiç kimse kendisine dışarıdan müdahale etmese dahi avret mahallinin açıkta olmasının yanlış olduğunu anlar. Çocuklar dahi bunu akılları ile kavrarlar.
Yazımızı uzatmaya ve hacmini genişletmeye gerek yok. Varoluşçuluk diye bir felsefe akımı varmış gibi görünse de, o akım, özde bir felsefe ve mantıki bir görüşler bütünü değildir, tamamen deli saçmasından daha saçma fikirlerdir. Bunalımlı birkaç adamın saçma ve kaosa dayanan fikirleridir.
“Evrende kaos yok, kozmos var. Bütünlük var. O bütünlüğü merkezinde insan var.” Vesselam.